
Hakların, konusu açısından öbeklendirilmesi söz konusu olduğunda malvarlığı hakları ve kişisel haklar olmak üzere ikili bir ayrım oluşmaktadır. Ekonomik bir değerinin olup olmaması temel alınarak değeri para ile ifade edilebilenler malvarlığı hakları olarak nitelendirilebilirken kişisel önemi öne çıkan haklar ise kişi varlığı hakları olarak nitelendirilebilir.[1]
Kişinin, ekonomik değeri bulunan hakları ile borçlarının bütünü o kişinin malvarlığına karşılık gelir. Ayni Haklar, alacak hakları, maddi değeri olan yenilik doğuran haklar, mali yönleri bulunan fikri haklar, birer malvarlığı hakkıdır. Kişinin kazanması olası olan hakları eş deyişle beklenen hakları da malvarlığı haklarının kapsamındadır.[2]
Malvarlığına ilişkin hakların mahkemelerce korunması sürecinde iç hukukta izlenmesi gerek kurallar bütünü 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile belirlenmiştir. Ancak uyuşmazlık bir yabancılık ögesi barındırıyor ise etkin olarak kullanılacak düzenleme 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk Ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’dur. Uyuşmazlığın; taraflarından biri yabancıysa, yine taraflarından birinin yerleşim yeri yabancı ülkedeyse ya da konusu yabancı ülkeyle herhangi bir şekilde ilişkiliyse yabancılık ögesinin varlığından söz edilebilir.[3]
Yabancılık ögesi taşıyan uyuşmazlıklarda mahkemelerin yetkisi, uygulanacak olan hukuku belirleyen kanunların ihtilafı kurallarından titizlikle ayrılmalıdır.[4] Ancak yabancı ögeli uyuşmazlıklarda hukuksal ilişki, işlem ve olaylardan kaynaklanan hukuksal uyuşmazlıklarda Türk Kanunlar ihtilafı hukuk dizgesinin milletlerarası usul hukuku kuralları ile bütünlenmeye gereksinimi vardır.[5][6]
MİLLETLERARASI USUL HUKUKU
Güç kullanma tekelini elinde bulunduran yetkelerce yargılama yetkisi son derece önemlidir. Yargı organı önüne gelen uyuşmazlıklar yabancılık ögesi taşıyor ise yargılamada izlenecek usule ilişkin konuları düzenleyen kurallar, milletlerarası usul hukukunun inceleme alanını oluşturmaktadır.[7]
Kavramda geçen milletlerarası terimi, bir yanılgıya neden olabilecek niteliktedir. Milletlerarası usul hukuku, pozitif olarak ulusal karakterde olmasına karşın, düzenleme alanı milletlerarası unsur taşıyan olay veya ilişkilerdir.[8] Başka bir deyişle milletlerarası usul hukuku, usul hukukunun bir parçasıdır ve ulusal bir hukuktur. Bu bağlamda her devletin kendine özgü milletlerarası usul hukuku bulunmaktadır ve bu hukuklar içerik bakımından eş değildir.[9] Bu durumda yabancılar hukukuna ilişkin kuralların uygulanması, öncelikle yerel hukukun uygulanması koşuluna bağlıdır.[10] Bu koşulun bir gereği olarak mahkeme, uyuşmazlığın çözümünde uygulanacak hukuku kendi kanunların ihtilafı kurallarına göre belirlemeden önce davaya bakmakla yetkili olup olmadığı konusunda karar vermek zorundadır.[11]
TÜRK MAHKEMELERİNİN MİLLETLERARASI YETKİSİ
Genel Olarak
“Milletlerarası yetki, yabancı unsurlu hukukî uyuşmazlıkların çeşitli devletlerin yargı organlarına taksimini düzenleyen” kurallar bütünü olarak tanımlanmaktadır.”[12] Kural olarak devletin iç hukuk kurallarınca düzenlenen ve milletlerarası unsur taşıyan olay veya ilişkilerden doğan uyuşmazlıklar bakımından mahkemelerinin yetkisini tespit eden kurallardan oluşmaktadır.
Yabancı ögeli uyuşmazlıklarda uygulanacak hukuku belirlemeyi sağlayan MÖHUK’un ilgili maddelerinin yanı sıra 40. Maddesinde düzenlenen Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi, uygulanacak hukuka ilişkin değildir. Uyuşmazlığı çözme konusunda yetkili olan mahkemenin belirlenmesi aşamasının sonrasında uygulanacak hukuk, davayı görmekte olan mahkemenin hukuku (lex fori) olmayabilir.
Türk mahkemelerinin yetkisinin oluşmadığı bazı durumlarda; Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi, kamu düzeni ya da yabancı mahkemeye başvurma konusunda fiili veya hukuksal olanaksızlık bulunması (mücbir neden) durumlarında oluşabilir. Nafaka, velayet gibi birtakım konularda Yargıtay, Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisinin kamu düzeni gereği doğduğunu kabul etmektedir.[13] Nadir olarak, hakkın aranmasının olanaksızlığı açıkça ispat edildiği özel durumlarda Türk mahkemeleri yetkili kılınabilir.[14]
Lex Fori Prensibi
Lex fori, Milletlerarası Usul Hukuku’nda yer alan bir prensiptir. Roma Hukuku’ndan bu yana maddi hukuk kuralları ve usul hukuku kuralları birbirinden ayrılmaktadır. Usul hukuku alanında hâkimin hukukunun etkinliği kabul edilmektedir. Başka bir deyişle özel hukuk uyuşmazlıklarda mahkemelere başvurulduğunda mahkemeler, usul hukukuna ilişkin konularda kendi usul kurallarını uygulayacaktır.[15] Yargıcın, konunun usul hukukuna mı yoksa maddi hukuka mı ilişkin olduğu konusunda saptama yapmasına vasıflandırma denmektedir. Vasıflandırma adına da lex fori ilkesi geçerlidir. Yargıç, önüne gelen olay veya ilişkide uyuşmazlık konusunun maddî hukukun mu yoksa usul hukukunun mu içerisinde olduğu yönünde yapacağı vasıflandırmada kendi hukukunu göz önünde bulunduracaktır. Yapacağı bu vasıflandırma neticesinde, uyuşmazlık konusunun maddî hukuk karakterli olduğunu saptar ise kanunlar ihtilâfı kurallarından hareketle saptanan yetkili hukuku uygulayacak, fakat usulü nitelikli bir konu olarak vasıflandırır ise kendi usul hukuku kurallarını göz önünde bulunduracaktır. Örneğin; taraf sıfatı, hakkın özüne ilişkin olarak görülür ve davanın esasına yöneliktir. Etkinlik kazanacak hukuk, yetkili hukuk ya da hâkimin hukuku değil, dava konusu olan hakkın esasına uygulanacak hukuktur.[16]
Yer İtibariyle Yetki Kuralları
Ulusal karakter taşıyan MÖHUK’un 40. Maddesinde düzenlenen Türk Mahkemelerinin Milletlerarası Yetkisine ilişkin kuralların uluslararası alanda etkinliği bulunmamaktadır. Yabancı ögeli uyuşmazlıklarda yine Türk mahkemelerinin yetkisini düzenlemektedir. MÖHUK’un 40. Maddesi HMK’nin yetkiye ilişkin kurallarına atıf yapmaktadır. Yabancı ögeli uyuşmazlıklarda, örneğin; malvarlığına ilişkin bir uyuşmazlıkta yetkili mahkemenin doğrudan HMK 9 gereği belirlendiğini söylemek yerinde olmayacaktır. “MÖHUK 40. Maddesinde yer alan atıftan ötürü HMK 9 gereği ilgili mahkeme yetkilidir,” doğrultusunda bir yaklaşım daha yerinde olacaktır. Bunun dışında MÖHUK’da, 40. Maddede yer alan iç hukukun yetki kurallarına yapılan atfın yanı sıra milletlerarası yetkiye ilişkin tamamlayıcı nitelikte kurallar da yer almaktadır. Bu nedenle karma nitelikli bir milletlerarası yetki dizgesi belirlenmiştir.[17]
MALVARLIĞINA İLİŞKİN UYUŞMAZLIKLARDA MİLLETLERARASI YETKİ
Genel olarak
Yetki kuralları; genel yetki kuralları, özel yetki kuralları ve kesin yetki kuralları olmak üzere üçe ayrılmaktadır.
MÖHUK’un 40. maddesinin iç hukuka yaptığı gönderme gereğince HMK 6/1 gereği genel yetkili mahkeme davalının yerleşim yeridir. Bu kural genel yetki kuralıdır. Bu bağlamda yetkili olan mahkemeye genel yetkili mahkeme denilmektedir. Bazı uyuşmazlıklar için ise bu genel yetkili mahkemenin dışında başka yer mahkemeleri de yetkili kılınabilir. İstisnai nitelikte olan bu yetki kuralları özel yetki kuralları olarak adlandırılmaktadır. Kamu düzeni ile ilinti olarak özgülenen yetki kuralları ise kesin yetki kurallarıdır.
HMK’nin 6. Maddesinde bulunan davalının yerleşim yeri anlatımındaki yerleşim yerinin tanımı, lex foriye göre belirlenecektir.[18] 01 Ocak 2002 yılında yürürlüğe giren TMK’de ikametgâh kavramı yerleşim yeri olarak Türkçeleştirilmiş ve ardından gelen 6100 sayılı HMK’de bu değişime uymuştur. [19]
Yerleşim yeri, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’na göre belirlenecektir. TMK 19’a göre yerleşim yeri bir kimsenin uzun süre kalma niyetiyle oturduğu yerdir. Önceden yerleşim yeri olmayan ya da yabancı ülkedeki yerleşim yerini bırakıp Türkiye’de henüz bir yerleşim yeri edinmemiş kişinin var olan durumda oturduğu yer, yerleşim yeri sayılır.
TMK 51 gereği tüzel kişinin yerleşim yeri kuruluş belgesinde ayrıca bir hüküm bulunmadıkça işlerin yöneltildiği yerdir. [20]
Bir kişinin yerleşim yeri olmaması durumunu önlemek amacıyla TMK, yenisi kurulmadıkça eski yerleşim yerinin devam ettiğini öngörmüştür.[21]
Yerleşim yeri, fiili oturma ve oturma niyeti şeklinde iki temel ögeden oluşur. Ancak kişinin çeşitli nedenlerle yerleşim yeri olarak belirlediği yerde oturmaması olanaklıdır. Memur, işçi, öğrenci gibi belirli bir yerde oturanların uğraşıları uzun sürecek ise HMK madde 8 gereği bulundukları yer mahkemesi yetkilidir.[22]
HMK 7/1 uyarınca, bir davada birden fazla davalı bulunması durumunda, bunlardan birinin yerleşim yeri mahkemesinde dava açılabilir. Bu durumda yabancılık ögesi taşıyan bir davada birden fazla davalı olması durumunda, bu davalılardan yalnızca birinin yerleşim yerinin Türkiye’de bulunması, Türk Mahkemelerinin yetkili olarak görülmeleri için yeterlidir. [23]
Türkiye’de yerleşim yeri ilgili kişinin belli değilse mutad meskeninin bulunduğu yer mahkemesinde dava açılabilir. Mutad meskeni bulunmayan kişiler aleyhine ise genel yetki kuralına göre dava açılamaz. Malvarlığına ilişkin bir uyuşmazlıkta malvarlığının bulunduğu yerde dava açılabilirken diğer davalar için iç hukuktaki ilgili diğer yetki kuralları etkinlik kazanacaktır. Eğer dava konusu mal varlığı Türkiye’de değil ise davalının Türkiye’de bulunan sair mal varlığı (değeri ne olursa olsun) gerekçe gösterilerek Türk mahkemelerinin yetkisinden söz edilemez. (HMK m.9). Kanun koyucu, Türk mahkemelerinin yetkisinin saptanmasını dava konusu malvarlığına bağlayarak aşkın yetki itirazlarını da etkisiz bırakmıştır. [24]
Mutad meskenin belirlenmesinde fiili oturma ögesi öne çıkmaktadır. Yerleşme niyetinin ispatına gerek yoktur.[25]
2006 ‘da yürürlüğe giren Nüfus Hizmetleri Kanunu gereği eski Nüfus Kanunu’nda yer alan Türk vatandaşlarının nüfus siciline kayıtlı oldukları yerin yerleşim yeri sayılacağına ilişkin hüküm kaldırılmıştır.[26]
Son olarak çeşitli ölçütler ile mahkemenin milletlerarası yetkisi belirlenirken yabancı mahkemenin yetkisi karara bağlanamaz. Yalnızca Türk mahkemelerinin yetkisiz olduğu sonucuna varılmalıdır.[27]
Malvarlığına İlişkin Uyuşmazlıklarda Özel Yetki Kuralı
Kural olarak özel yetki, genel yetkiyi kaldırmamaktadır. Eş deyişle özel yetki kuralları genel yetki kurallarının yanı sıra ek yetkili mahkeme olanağı sunmaktadır. HMK’nin 9. Maddesi, genel yetkili mahkemelerinin yanı sıra malvarlığının bulunduğu yer mahkemesini de yetkili kılmaktadır. [28]
HUMK’un 16. maddesindeki malvarlığı davalarının kapsamı, taşınır- taşınmaz malların yanı sıra hisse senedi, kıymetli evrak, üçüncü kişiden alacak ya da bloke edilmiş paranın bulunduğu yer mahkemesini de kapsamaktaydı. 6100 sayılı HMK’de bu durum kaldırılmıştır. Bu düzenlemenin gerekçesi; Türk Mahkemelerinin almış olduğu kararlar ile ilgili olarak yabancı mahkemelerde aşkın yetki gerekçesi ile tanıma ve tenfiz talebinin reddedilmesinin önüne geçmek istenilmesi olarak açıklanmıştır. Çelikel-Erdem’e göre kararın yabancı mahkemelerde tenfiz edilip edilmeyeceğine göre Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi düzenlenmemelidir.[29]
Taşınmaz Malvarlığına İlişkin Uyuşmazlıklarda Yetki
Yabancı ögeli uyuşmazlıkta bir malın taşınır mı taşınmaz mı olduğunu belirlemede öğretide malın bulunduğu yer hukuku (lex situs) yetkilidir görüşü öne çıkmaktadır.[30] Esasa uygulanacak hukuk açısından varılan bu sonuç, tamamıyla usul hukuku niteliği taşıyan yetki kuralları açısından da geçerlidir. Lex situs’un uygulanması ancak bu hukukun lex fori olması durumunda söz konusu olacaktır. Sonuç olarak, Türkiye’de bulunan bir malın taşınmaz olup olmadığının saptanması Türk Hukuku uygulanarak yapılacaktır. Taşınmaz olduğuna karar verilirse milletlerarası yetkisini HMK 12’ye göre belirlenecektir.[31]
HMK 12’de belirlenen yetki kesin yetkidir ve bu konuda yetki sözleşmesi yapılamamaktadır. Bu aşamada önemle belirtilmelidir ki HMK 12’de yer alan bu kesin yetki kuralı taşınmazın aynına ilişkin uyuşmazlıklarda söz konudur.[32]
Sözleşmeye İlişkin Uyuşmazlıklarda Yetki
Yabancılar, borçlar hukukuna ilişkin haklardan Türkler gibi yararlanırlar. Çeşitli borç sözleşmelerinin yapılmasında vatandaşlar ile yabancılar arasında bir ayrım bulunmaz.[33]
MÖHUK 40’ın iç hukuka yapmış olduğu atıf gereği sözleşmeler ile ilgili uyuşmazlıklarda HMK 10 gereği sözleşmenin ifa yeri mahkemesi yetkilidir. İfa yeri kavramının Türk hukukuna göre anlamlandırılması gerekir.[34] Çelikel-Erdem’e göre ifa yerinin esasa ilişkin bir uygulama olarak görülmesi sakıncalıdır. Bu durumda yetkiyi belirlemek adına öncelikle MÖHUK 24 vd. hükümler aracılığı ile uygulanacak hukukun belirlenmesi gerekir. Bu durumda mahkemenin henüz yetkisini belirlemeden uyuşmazlığın esasına uygulanacak hukuk kurallarının belirlemesi söz konusu olur ve bu sakıncalıdır. İfa yeri ile yetkiyi belirleme sürecinde lex fori prensibine etkinlik kazandırılmalıdır.[35]
Türk hukuku uygulanacak ise TBK 89/1 hükmü etkinlik kazanacaktır. TBK 89/1 gereği öncelikle taraflar aralarında bir ifa yeri kararlaştırıp kararlaştırılmadığı göz önünde bulundurulmalıdır. İfa yeri kararlaştırılmış ise belirlenen ifa yeri mahkemesi yetkilidir. Ancak İfa yeri taraflarca belirlenmemiş ise yine TBK 89/1 gereği;
Para borcu ise alacaklının yerleşim yeri de yetkilidir.
Parça borcu ise eşyanın bulunduğu yer de yetkilidir.
Diğer borç türlerinde borçlunun yerleşim yeri de yetkilidir.
İfa yerinin belirlenmesi mahkemenin yetkisini de belirleyecektir. Diğer borç türleri adına borcun doğumu sırasında borçlunun yerleşim yeri göz önünde bulundurulur.[36]
Uluslararası ticarette, ifa yerinin belirlenmesinde kural olarak İNCOTERMSLER kullanılmaktadır. Örneğin; FOB (Free on Board- Gemi Güvertesinde masrafsız teslim)satış tipi seçilmiş ise yükleme limanında sözleşme konusu malın gemi güvertesine yüklenmesi ile satıcı burada edimini ifa etmiş olur.[37] Bunun dışında “satış tipi, EXWORKS ise satıcının işletmesinde (fabrika, deposu) sözleşme konusu mal alıcıya teslim edilmekle satıcı bakımından borç burada ifa edilmiş olur.”[38]
Haksız Eylemden Doğan Davalarda Yetki
MÖHUK’un iç hukuka yapmış olduğu atıftan ötürü HMK 16 gereği haksız eylemden doğan davalarda; haksız eylemin işlendiği yer mahkemesi, zararın meydana geldiği yer mahkemesi hatta zararın meydana gelme olasılığının bulunduğu yer mahkemesi ya da zarar görenin yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir.
HUMK döneminden ayrı olarak HMK’de, haksız eyleme yönelik uyuşmazlıklarda hukuksal gelişmelere koşut olarak yalnızca haksız eylemin gerçekleştiği yer değil, zararın ortaya çıktığı yer hatta zararın ortaya çıkma olasılığının bulunduğu yer mahkemesinin yetkileri de özel yetki olarak öngörülmüştür. İlgili madde zarar görene, üç adet mahkemenin yanı sıra eğer isterse davasını kendi yerleşim yeri mahkemesinde de açabilme olanağı sağlamaktadır.[39]
Medya yayını ve internetin etkinliği artırması sonucu haksız eylemin ayrı ülkelerde sonuç doğurma olasılığı artmaktadır. Bu olasılığın dışında komşu ülkede doğan Türkiye’de akmaya devam eden bir nehre komşu ülkedeki sanayi kuruluşu kimyasal atık maddeler bırakabilir ve canlılara zarar verebilir. Bu tür örneklerde olduğu gibi haksız eylemin işlendiği yer ile zararın meydana geldiği yer ayrı olabilir. Hem zarar oluşması hem zararın meydana gelme olasılığı adına HMK 16’da yetki kuralı öngörülmüştür. Bunun dışında haksız eylemin, haksız rekabet yolu ile işlenmesi durumunda haksız eylemin gerçekleştirildiği yer mahkemesi ya da haksız rekabetin oluşma olasılığın bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir. Son olarak HMK 16 ‘da zarar görenin korunması adına davalının yerleşim yerine ek olarak davacının eş deyişle zarar görenin yerleşim yeri de yetkili mahkeme olarak sayılmıştır.[40]
Karşı Davada Yetki
HMK 13 gereği kesin yetki durumunun söz konusu olmadığı durumlarda asıl davaya bakan mahkeme, karşı davaya bakmaya da yetkilidir.
TTK Kapsamında Bulunan Davalarda Yetki
TTK 561/1’de Anonim Şirketlerin; kuruluşuna, iç işleyişine, yönetici sorumluluğuna ve denetçi eylemlerine, sermaye artırımı kararlarına ilişkin uyuşmazlıklarda öngörülen yetki, kesin yetkidir. Şirketin merkezinin bulunduğu yer mahkemesi uyuşmazlıkların çözümünde yetkili olarak görülmektedir.[41] Şirketin üçüncü kişilerle yapacağı eylemlerin türüne göre yetkili mahkeme değişim gösterebilir.
TTK 890 gereği bir taşıma sözleşmesinde malın teslim alındığı veya teslim için öngörülen yer mahkemesi de yetkilidir. 890/2 gereği asıl taşıyıcının yerleşim yeri mahkemesinde fiili taşıyıcıya, fiili taşıyıcının yerleşim yeri mahkemesinde asıl taşıyıcıya karşı dava açılabilir.
TTK 1063/1 gereği Donatan aleyhine açılacak alacak davası, geminin bağlama limanında da açılabilir.
TTK 1348/2 ve 1992 tarihli FON sözleşmesi uyarınca gemi, sicile kayıtlı ise sicili gözetiminde tutmakla yükümlü yer mahkemesi, sicile kayıtlı değil ise malikinin yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir. Gemi yabancı gemi ise deniz ticareti işlerine bakmakla görevli İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi yetkilidir.[42]
İ.İ.K Kapsamında Bulunan Davalarda Yetki
İflas davalarında tüzel ya da gerçek kişi olmasına bakılmaksızın iflası istenen kişinin muamele merkezinin bulunduğu yer asliye ticaret mahkemesi yetkilidir. Muamele merkezi Türkiye’de bulunmuyor ise Türk mahkemelerinin uyuşmazlığı çözmek üzere milletlerarası yetkisi kurulmamış olur. Bu konuda düzenlenen yetki kesin yetkidir ve taraflar kendi aralarında yetki sözleşmesi düzenleyemez.[43] Bu aşamada önemle belirtmek gerekir ki mahkemeler adına belirlenen yetki şartı, icra dairelerini de kapsamaktadır.[44] Ancak icra dairelerinin yetkisinin taraflarca belirlenmesi, öğreti de hâkim olan görüşe göre mahkemelerinin yetkisini kapsamamaktadır.[45]
Mirasa ve Mal Rejiminin Tasfiyesine İlişkin Davalarda Yetki
Terekeye ilişkin uyuşmazlıklarda yetki adına TMK 576’da mirasa ilişkin davalarda ülke içi yetki kuralı olarak “ölen kişinin son yerleşim yeri” mahkemesi yetkili olarak öngörülmüştür. Ancak miras(kalıt) ile ilgili konularda yerleşim yeri yurt dışında olup Türkiye’de menkul ya da gayrimenkul bırakan Türk veya yabancı murisin terekesine ilişkin davalarda iç hukukun ilgili düzenlemesi yeterli olmayacaktır. Bu nedenle MÖHUK’un 43. Maddesinde ayrıca bir özel yetki kuralı öngörülmüştür.[46] MÖHUK 43. Maddesinde “ölen kişinin son yerleşim yerinin Türkiye’de bulunmaması durumunda tereke içerisindeki malların bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir,” anlatımı yer almaktadır. Mirasa ilişkin; istihkak, ölüme bağlı tasarrufların iptali ve tenkisi, mirasın taksimi davalarında hem yabancı hem Türk vatandaşları adına iç hukukta yer alan HMK 11 ve TMK 576 maddelerine bakılmaksızın doğrudan MÖHUK’un 43. maddesi uygulanacaktır.[47]
Mal rejiminin tasfiyesi davasında ise yine iç hukuk kuralları etkinlik kazanacaktır. Mal rejiminin tasfiyesi adına evliliğin; ölüm, boşanma ya da iptali gibi nedenlerle sona ermesine bağlı olarak her neden için ayrı bir yetkili mahkeme öngörülmüştür. Evlilik ölüm nedeni ile sona ererse ölenin son yerleşim yeri mahkemesi, boşanma ile sona ererse eşlerden birinin yerleşim yeri mahkemesi, diğer durumlarda davalı eşin yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir.[48]
Fikri ve Sınai Haklar Kapsamında Mahkemelerin Yetkisi
6769 sayılı SMK ve FSEK’de yer alan hükümlere göre yetkili mahkemeler, MÖHUK’un 40 maddesi gereği yabancılık ögesi içeren davalarda da yetkilidir.
SMK 156 gereği sınai hak sahibinin korunması amacıyla hak sahibinin yerleşim yeri mahkemesi de davalının yerleşim yeri mahkemesinin yanı sıra özel olarak yetkilendirilmiştir. Sınai hakka tecavüz vb. olması durumunda mütecaviz haksız fiil hükümlerine benzer şekilde sorumlu tutulur. Bu durumda bu eylemin etkilerinin görüldüğü yer mahkemesinde de dava açılabilir.[49] Bu bağlamda sınai hakkı tecavüze uğrayan kişiye, Türkiye’nin herhangi bir yerinde dava açma hakkı tanınabilir.
Sınai hak sahibine karşı açılan davada sınai hakkın hükümsüzlüğü isteniyorsa SMK’de düzenlenen “davalının yerleşim yeri mahkemesinin yetkisi” milletlerarası usul hukuku bakımından münhasır yetkidir.[50]
Türk Patent Ve Marka Kurumu’nun aldığı kararlar adına kesin yetki söz konusudur. Yetkili mahkeme, Türk Patent ve Marka kurumunun bulunduğu Ankara Mahkemeleridir.[51]
FSEK 66/5 gereği eser sahibi, HMK’nin 6. Maddesinde yer alan davalının yerleşim yeri mahkemesinin yanı sıra kendi yerleşim yerinde bulunan mahkemeye de tecavüzün ref’i davasını açabilecektir.[52]
Yabancı Devletin Yargı Muafiyeti
Bir devletin başka bir devlet yargı organları önünde yargılanması, devletler hukuku kurallarınca kabul edilmemektedir.[53] Ancak Türk hukukunda (MÖHUK m.49) yabancı devlete, özel hukuk ilişkilerinden doğan hukuksal uyuşmazlıklarda yargı muafiyeti tanınmayacağı kabul edilmiştir.
Devletlerin de uluslararası alanda bir kısım ticari eylemlere girişmeye başlamasıyla birlikte, mutlak muafiyet anlayışı terk edilerek devletin taraf olduğu işlemlere göre bir ayrım yapılması görüşü kabul edilmeye başlanmıştır. Bu görüş, özellikle devletin özel hukuk kökenli hukuksal ilişkilerinde yargı muafiyetini reddetmektedir.[54]
Vasıflandırmada yargıcın hukukunun (lex fori) yetkisi genel kabul gördüğünden, yabancı devletin yaptığı hukuksal eylem veya işlemin niteliği de Türk hukukuna göre tespit edilecektir. Bu sonuç özellikle, haksız filler alanında önem kazanmaktadır. Yabancı devlete ait bir araç, savaş gemisi veya yabancı devletin Türkiye’deki temsilciliğine ait hizmet aracı bir kazaya neden olduğunda ya da yabancı devlet misyonunun veya misyonda görevli kişilerin yaptığı kira sözleşmelerinde Yargıtay’ın eski kararlarının aksine, yargı muafiyeti söz konusu olmayacaktır. Bunun dışında Yabancı devletler, aleyhlerine açılan davalarda, yargı muafiyetinden açık veya zımnen feragat edebilirler.[55]
Yargı muafiyeti yalnızca yabancı devletin Türk mahkemeleri önünde davalı olduğu uyuşmazlıklar bakımından değil, aynı zamanda davacı olduğu uyuşmazlıklar bakımından da gündeme gelebilecektir. Son olarak, yabancı devletin diplomatik temsilcilerine tebligat da yapılabilecektir.[56]
Uluslararası düzeyde etkinliğinin olduğu sanısına karşın uluslararası yetki kuralları, ulusal nitelik taşır.
MÖHUK’un 40. maddesinin iç hukuk kurallarına yapmış olduğu gönderme nedeni ile iç hukuk, yer itibariyle yetkili bir mahkeme göstermediği sürece uyuşmazlığın Türk mahkemelerinde görülebilme olanağı sağlanamaz.[57]
Kesin yetki kurallarının öngörüldüğü durumlarda iç hukukta olduğu gibi yetki sözleşmesi yapılamaz iken iç hukuktan ayrı olarak yabancı ögeli uyuşmazlıklara ilişkin yetki sözleşmelerinde yazılı şekil şartı geçerlilik değil ispat şartıdır.[58]
Taşınmaza bağlı uyuşmazlıklarda söz konusu olan HMK 12’de yer alan kesin yetki kuralı taşınmazın aynına ilişkin uyuşmazlıklarda etkindir. Taşınmazın kirası ya da tahliyesi ile ilgili uyuşmazlıklar HMK 12 kapsamı dışındadır.[59]
Son olarak, haksız fiil ve sözleşmeye ilişkin uyuşmazlıklarda yetkili mahkemeyi belirlemek adına izlenecek yol, MÖHUK madde 40’ da yapılan gönderme gereği HMK’nin ilgili maddelerinde belirtilmiştir. Sözleşmesel uyuşmazlıkta yetkili mahkeme belirlenirken HMK 10 gereği ifa yeri önem kazanmaktadır. Bu nedenle alacağın türünü belirlemek yargı makamlarının yetkisini belirleme sürecinde önem kazanmaktadır. Örneğin; sözleşmenin ana edimi ile ilgili olarak uyuşmazlığı çözecek mahkeme ile sözleşmenin cezai şart gibi yan ögeleri adına uyuşmazlığı çözecek yetkili mahkeme değişiklik gösterebilecektir.
[1] DURAL/SARI, Türk Özel Hukuku Temel Kavramlar ve Medeni Kanun’un Başlangıç Hükümleri, Filiz Kitapevi, İstanbul, 2012, c.1, s.167
[2] DURAL/SARI, c.1 s.167,168
[3] NOMER Ergin, Milletlerarası Usul Hukuku, Beta Basım Yay., İstanbul, 2018, s.1
[4] ÖZKAN Işıl, TÜTÜNCÜBAŞI Uğur, Uluslararası Usul Hukuku, Adalet Yayınevi, Ankara, 2020, s.6
[5] GÜNGÖR Gülin, Türk Milletlerarası Özel Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 2021, s.217
[7] DOĞAN Vahit, Milletlerarası Özel Hukuk, Savaş Yayınları, Ankara, 2019 s.26
[8] DOĞAN, s.26
[9] NOMER Ergin, Milletlerarası Usul Hukuku, s. 2,3
[10] NOMER Ergin, Devletler Hususi Hukuku, Beta Basım Yay., İstanbul, 2017, s. 39
[11] EKŞİ Nuray, Türk Mahkemelerinin Milletlerarası Yetkisi, Beta Basım Yayın, Ankara, 2000 s. 17
[12]NOMER, E., Devletler Hususî Hukukunda “Milletlerarası Yetki” Mefhumu, İHFM 1974, 1-4, s.404.’den aktaran DOĞAN, s.41
[13] Yarg. 2.HD, T. 02.07.1973 E.492/493 (ÇELİKEL Aysel-ERDEM Bahadır, Milletlerarası Özel Hukuku, Beta Basım Yayın, İstanbul, 2020 s s.632)
[14] ÇELİKEL-ERDEM s.563
[15] DOĞAN, s.27
[16] DOĞAN, s.29
[17] ÇELİKEL-ERDEM s.560,561
[18] EKŞİ s.83
[19] ÇELİKEL-ERDEM s.564
[20] ÇELİKEL-ERDEM s.565
[21] EKŞİ s.86
[22] GÜNGÖR s. 233; ÇELİKEL-ERDEM s.565
[23] ŞANLI Cemal, Milletlerarası Özel Hukuku, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2018, s.378
[24] DOĞAN s. 68
[25] EKŞİ s.91
[26] ÇELİKEL-ERDEM s.567
[27] GÜNGÖR s. 231
[28] ÇELİKEL-ERDEM s.571
[29] ÇELİKEL-ERDEM s.572
[30] CHESHİRE&NORT’s Private İnternatioanal Law Edt.PM NORTH/FAWCETT, 11. Bası, London, 1992’den Aktaran EKŞİ s. 97
[31] EKŞİ s. 97
[32] GÜNGÖR s. 233
[33] TEKİNALP Gülören, Türk Yabancılar Hukuku, Beta Basım Yayım, İstanbul, 1998, s. 206
[34] GÜNGÖR s. 235
[35] ÇELİKEL-ERDEM s.574
[36] GÜNGÖR s. 235
[37] ÖZKAN-TÜTÜNCÜBAŞI, s.77
[38] ŞANLI s.382
[39] ÇELİKEL-ERDEM s.576
[40] ÇELİKEL-ERDEM s.577
[41] GÜNGÖR s. 240
[42] GÜNGÖR s. 240
[43] GÜNGÖR s. 241
[44] KURU Baki, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Demir ve Demir Müşv. Yay. İstanbul, 2001, c.1 s.565
[45] BÖRÜ Levent, “Bonoya Dayalı Kambiyo Senetlerine Özgü Haciz Yoluyla Takipte Yetki” Ankara Ü.. Hukuk Fak. Dergisi, 65 (1) 2016: 137-182 s. 156,157
[46] ÖZKAN-TÜTÜNCÜBAŞI, s.84
[47] ÖZKAN-TÜTÜNCÜBAŞI, s.85
[48] ÇELİKEL-ERDEM s.593,594
[49] ÇELİKEL-ERDEM s.599
[50] ÇELİKEL-ERDEM s.600
[51] ŞANLI s. 392
[52] ÇELİKEL-ERDEM s.600
[53] DOĞAN s. 44
[54] DOĞAN s. 45
[55] DOĞAN s. 46
[56] DOĞAN s. 47
[57] NOMER Ergin, Milletlerarası Usul Hukuku, s.92
[58] ÇELİKEL-ERDEM s. 643
[59] NOMER Ergin, Milletlerarası Usul Hukuku, s.93